Kayıtlar

çitlembik ağacı

bütün yaşamım, amansız bir hastalığım olduğunu ve bunu er ya da geç bir gün öğreneceğimi bekleyerek geçti. saçma bir kuruntu ya da yersiz bir evham olmaktan uzaktı bu kaygı. yoksa korku mu demeliydim? korku ve kaygı arasındaki tek fark; korkunun sebebi belliymiş, kaygının ki değil. bunu körpeyken girdiğim bir derste öğrenmiştim. bilmek neyi değiştiriyorsa artık, öğretiyorlar. neyse, ne diyordum. yaşamım erken yaşta öleceğimi düşünerek geçti. evet erken. her ölüm erken ölümdür, gerçekliğini göz önünde bulundurursak, bu düşüncemde haklı çıkacağım kesin. çok kere kanser olduğumu düşünerek hastane yollarına düştüm. çok gece ölüyorum sanıp, sabahında sadece ''miyalji'' tanısı konulup eve gönderildim. miyalji: kas ağrısı. tıp hastanın şikayetiyle ilgili fizyolojik bir bulguya rastlayamazsa böyle söyleyip geçiştirir genelde. ben de her seferinde kanser olmadığıma hemen ikna olur ve hızlıca iyileşirim. insan inanmak istediği şeylere öyle kolay inanıyor ki... 5 yaşında rakıy

500 yıl sonra..

mutluluğu kucaklamak için çıktığım yolculuklardan hep eli boş ve hep biraz daha eksilerek döndüm. zaten eksik olan bir şeyleri, biraz daha azaltmaktan biraz daha içini boşaltmaktan başka hiçbir şeye yaramadı çıktığım umut dolu seyahatler. aslında bir yere gittiğim de yok. bedenim bazen bir yerden bir yere gidiyor ama ruhumu bir santim bile yerinden oynatamıyorum. ve her geçen saniye bir kat daha ağırlaşıyorum. maddenin hangi haliyim? var mıyım? varsam, kimim? neden hep olmadığım yerleri özlüyorum? neden, bedenim neredeyse en çok orada değilmişim gibi? kafamda çözülmeyi bekleyen yaklaşık bir milyar soru var ve ben hayatımın hiçbir evresinde çalışkan bir öğrenci olamadım. hayat denen bu derste, çoktan devamsızlıktan kalmışımdır. feci şekilde yaşadığını anlayamama sorunu var bende. sevilen biri değilim. eskiden öyle olduğumu sanardım çünkü insanların bana ihtiyaçları vardı. uzun zamandır kimsenin gözbebeklerine uzun uzun bakmadım. uzun zamandır kimsenin kirpiklerinin hareketini seyretmi

beklenti..

beş yıl sonra kendinizi nerede görüyorsunuz? bunun üzerine bir kaç dakika düşünmenizi istiyorum. eğer gerçek bir ruh hastası değilsek, hepimiz daha mutlu, daha nitelikli, daha olumlu, daha bir şeyli bir hayat temenni ediyoruz. aradığımız aşkı bulacak, istediğimiz koşullarda yaşayacak, dilediğimiz yerlerde dilediğimiz işlerle meşgul olacağız. kendini beş yıl sonra şuan bulunduğundan daha kötü bir durumda gören var mı? bunun tahmininde dahi bulunmak saçma geliyor değil mi? elbette iyi olacağız ya, çünkü neden olmasın.. şimdi biraz düşünelim. beş yıl öncesini düşünelim. neredeydik, neler yapıyorduk, ve beş yıl öncesindeyken beş yıl sonrası için neler hayal ediyorduk. şuan için yani. beş yıl önceki kendinizle bir yüzleşelim bakalım, hayal ettiklerimizin kaçını gerçekleştirebildik. o kırmızı arabayı hangimiz elde edebildik, hangimiz o gözlerine bakmaya çekindiğimiz insanlarla aynı yatakları paylaşabildik. hangimiz süper ligde oynuyoruz, hangimiz dizilerde başrol oyuncusu olduk. -cevabı ev

şiirler yazıyoruz..

artık bayramlara inanmayacak kadar büyüdük frida. kirlendik. çocuk değiliz. kimse başımıza yeni papuçlar bırakmıyor. ve bir şair bozuntusu şöyle diyor konuyla ilgili; birinin elini öpmenin ona itaat etmek anlamına gelmediği zamanlarındı bayram sabahları.. hak veriyorum.. eskiden mükafatı olan her şeyin şimdi bedelini ödüyoruz. gri sabahlar dolaşıyor tepemizde. sabahlar tepemizde, geceleri ayaklarımız altına almışız. ne çok şeyi ayaklarımızın altına alıyoruz, pek az şeyin yeri başımızın üstünde. geceleri sevmek herkese nasip olmaz diyor tanrı. kimse duymuyor onu. gönderdiği vahiyler, gönderilene pek ulaşmıyor. muzdaribiz. bazen aşık oluyoruz, bazen nefret ediyoruz, bazen ikisi birden oluyor. meşguliyetlerimizi kendimiz belirlediğimiz sürece özgürüz. birine aşık olmak da buna dahil, birinden nefret etmek de. bir şeylerin külünün izi kalmış gömleğimizde, uzanıp silkelemiyoruz.  sert bir rüzgara ihtiyacımız var, şemsiyelerimiz hep tersine dönük. güzel gözlü çocuklara şiirle

bir balkon

bir balkondayım ve yıldızları seyrediyorum.. bütün mevzu bu. öyle pek abartılacak bir yanı yok, yıldızları seyredebileceğiniz sıradan herhangi bir balkon burası. herhangi bir balkon ama öyle alelade bir balkon da sayılmaz aslında. demir parmaklıkların arasından ayaklarımı uzattım ruh halime uygun müzikler dinliyorum. ortamda eğreti duran hiçbir şey yok. buna bitmiş kola şişesi ve yırtılmış cips paketleri de dahil. yıldızlar öyle güzel ki, bu anı yazmasam olmazdı. böyle güzel anlarda hemen kağıda kaleme sarılırım. kimileri fotoğraf çekerek ölümsüzleştirir bu anları, ben, eğer yalnizsam, yazarım genelde. konu hep baska başka yerlere gidiyor olsa da, zihnimdeki ızdıraplar için bir çıkış kapısı olur bu anlar. işte o anlardan birindeyim. şuan bulunduğum sokağın adını sorsanız bilmem. bir kaç yüz metre ötede insanlar gürültü eşliğinde dans ediyorlardı, barlar sokağı diyorlar adına. oraya yakınım. burada da daha fazla kalamayacağım, yarin sabah gidiyorum. üstelik çantamı da ilk kez geceden h

abartma deme..

ihtimaller ihtimaller.. kafam hayli karışık, kendi uydurduğum hikayelere inanmaya, onları gerçekmiş gibi yaşamaya başladım. epeydir kafamdaki en belirgin soru işareti sensin ve ben galiba sana bir şeyler anlatmak istiyorum. daha önce duyma ihtimalin olmayan şeyleri anlatmak istiyorum özellikle. bu yüzden güzelliğine falan değinmeyeceğim, klişelerden hoslanmam. şöyle ifade etmeye çalışayım; edip canseveri düşün, masmavi bir denizin kıyısına ayaklarını uzatmış, rakısını yudumlarken bir şeyler karalıyor. cemal geliyor sonra, süreya olan. oğlum o öyle olur mu diyor, eksik yazmışsın. değiştiriyor bir kaç yerini şiirin. turgut uyar kumsala uzanmış, kumların gece serinliğini ensesinde hissederek göğü seyrederken bu diyaloğa kulak kabartıyor, n'apiyorsunuz beyler siz sabahtan beri? diye dalıyor mevzuya. kağıda bir göz gezdiriyor, güzel, ama daha iyi olabilir.. başlıyor bir şeyleri silip yeniden yazmaya. bir yandan da gülümsüyor, lan diyor ben bu dallamaya boşuna şiir yazmadım, işte yaln

nerden başlasam..

konuya nereden başlayacağımı, nasıl devam ettireceğimi ve ne anlatacağımı bilmiyorum. tek bildiğim bu geceye dair kesinlikle bir şeyler karalamam gerektiği. bu karalamalar, aylar boyu tek başına yürünen yollarda, uyku tutmayan gecelerde, başını cama yaslayıp seyahat ettiğim otobüs yolculuklarında zihnimde tahayyül ettiklerim sonucunda ortaya çıktı. sonuç ne olursa olsun bu gece, geriye kalan hayatım için bir milat olacak. iyi ya da kötü, bu çok da mühim değil artık. ama kesinlikle bir şeyler değişecek ve bu sabah uyandığımdan farklı uyanacağım. yaklaşık üç saat sonra yola çıkıyorum. neden gidiyorum ve neden şimdi? aslında bu soruya yüzlerce farklı şekilde cevap verebilirim ama biraz düşününce, içlerinden en tatmin edici olanı; '' artık kalmak için bir nedenim kalmadı'' demekmiş gibi geliyor. evet tam olarak böyle diyebilirim.. kalmak için bir nedenin yoksa gitmek gerekiyor çünkü. geride kalan yaşamım boyunca hayat bana bunu öğretti. ve gerçekten gitmek istiyorsan e