David Cronenberg'in Spider filminin/senaryosunun psikanalitik değerlendirmesi
(Macaristan'da psikoloji okuyan eski sevgilimin yoğun israrı üzerine yaptığım ödevi.. ki hiç tarzım değildir başkasının ödevini yapmak.. bakalım sınıfı geçebilecek mi?)
Bu
sunumumda David Cronenberg'in 2002 yapımı olan Spider filmini ana
karakterin (Dennis Cleg) psikoz kategorisi içinde değerlendirilen
şizofrenisiyle, karakterin birebir gözünden geriye dönüşlerle
izlediğimiz sorunlu Ödipal senaryosunu temele oturtarak
psikanalitik bir açıdan inceleyeceğim. Sizlere Örümceğin akli
durumunun hayali dünyasına, halisülasyonlarına ve özellikle de
'anne imagosuyla' ilgili olan tekrar saplantısı bozukluğuna
(repetition compulsion) nasıl etki ettiğini göstereceğim. Filmin
izleyici yorumuna oldukça açık olduğunu ve bu yüzden de sadece
bir tane çözümlemenin yapılamayacağını düşünüyorum. Ben bu
analizimde Örümceğin anne figürünü ikiye ayırmasının ve
sonunda da öldürmesinin altında yatabilecek olan nedenleri iki
altmetin üzerine odaklanarak paylaşmak istiyorum.
Şunu
belirtmek isterim ki, psikoz bir hastanın iç dünyasına dalan bu
film izleyiciyi ana karakterle özdeşleşmeye, iç dinamiklerini
anlamaya ve adeta onun akli durumunu içselleştirmeye sadece teşvik
etmekle kalmamakta aynı zamanda seyirciyi bu oyunun içine
sürükleyip yönlendirmeyi de başarmaktadır. 'Gerçek' ile 'hayali
olan' arasındaki çizgiyi bulandırmakta ve örümceğin sorunlu
hafızasının içinde kaybolmasını mümkün kılmaktadır.
Film
bir tren istasyonunda açılır; tüm dinamizmi ve canlılığıyla
hayatın aktığını, insanların hızlı bir şekilde yürümekte
ve birbirleriyle iletişim içinde olduklarını görürüz. Öne
kaydırma hareketiyle istasyon boyunca ilerleyen sabit kamera ana
karakterimiz olan Örümceği gösterir bizlere en son olarak ve işte
o an bu adamın her hareketinden ve tüm detaylarından bu dünyaya
ait olmadığını anlarız; dışsal gerçeklikle bağlantısını
kuramadığı kendine ait tamamen farklı bir içsel gerçekliği
vardır. Karakterin psikozunu ele aldığımızda 'ağ' motifinin
film boyunca karakterle metonimik, yani birbiriyle bütünleşmiş
bir ilişki içerisinde olduğunu görebiliriz. Örümcek kendine
özgü bir fantezi ağı yaratmış-kendi örümcek ağını- ve
tıpkı tüm diğer psişik varlıklar gibi o da kendine biricik bir
yol belirlemiştir. Somut anlamda düşünüldüğünde örümcek
ağları doğrusal değildirler, sonsuz sayıda yörüngelerin/yönlerin
izlenilebileceği parçaların bir araya gelmesinden ortaya çıkan
bir bütünden (assemblage) ibarettirler. Filmde örümceğin hem bir
çocuk hem de bir yetişkin olarak zaman içerisinde geriye ve
ileriye hareket ederek kendi ağını ördüğüne tanık oluruz. 90
dakika boyunca bu sayede farklı eşmerkezli halisünasyon
halkalarını aşarak kendi ağının merkezine ulaşmaya ve
dolayısıyla da kendiyle ilgili 'korkunç gerçeği' öğrenmeye
çalışmasını izleriz. Kendi çarpıtılmış anılarıyla dış
gerçeklik arasındaki aşılamaz uçurumu kapatmaya çalışır
Örümcek. Sürekli yanında taşıdığı ve içinde hiçbir özel
anlam taşımayan yazılar bulunan bir defterden kendi geçmişini
okuyarak (aynı zamanda yazarak da geçmişini yeniden oluşturmaya
çalışmaktadır) hatırlamaya çalıştığını görürüz.
Tamamlamaya çalıştığı, fakat başaramadığı için en sonunda
yırtıp attığı martı yapbozunu da hem bir geçmiş hem de
yaşadığı anı anlamlandırmak adına verdiği mücadelenin bir
metaforu olarak algılamak mümkündür.
Karakterin
şizofrenisinin filmde oldukça önem taşıdığını belirtmiştim.
Şimdi bu konunun Ödipal senaryo ve bunun cinsel çağrışımlarıyla
olan bağlantısına eğilmek istiyorum. Filmde ana kadın karakter
(Miranda Richardson) olan anne figürünün ikiye ayrılarak bir
tarafta masum, iffetli ev kadını olan Bayan Cleg ve diğer taraftan
da şehvetli ve kötü fahişe Yvonne Wilkinson olması bu konunun
temel taşlarından birini oluşturmaktadır. Freud Ödipal karmaşa
teorisinde her küçük erkek çocuğunun (infant) anneye erotik
arzular ve babaya da düşmanlık hisleri beslediğini belirtmiştir.
Diğer bir deyişle, anne çocuğun fantezi dünyasında 'arzu
nesnesi' (love object) olurken, baba da çocuğu hadım etmek isteyen
en büyük rakibi ve düşmanı olmaktadır. Babayla gelişen bu
sürtüşmenin sebebi çocuğun aslında kendine ait olmayan bir
kadını arzulamasından (incest taboo) ve bu sebepten de 'suçlu'
olduğunu bilmesinden kaynaklanmaktadır. Freud'a göre çocuk 6
yaşına gelinceye kadar bu karmaşa çözülmeli, babanın iktidarı
ve gücü (Lacan'ın daha sonra dilbilimci bir açıdan yaklaştığı
Babanın Adı kavramı burada paralel düşünülmelidir) kabul
edilmeli, boyun eğilmeli ve dolayısıyla enses arzu bir daha geri
dönmemecesine terk edilmelidir. Sembolik düzen bu kurallar üzerine
kuruludur. Babanın fallusu (phallus) bu organizasyonu belirlemekte
ve sınırları çizmektedir. Bu sayede Ödipal Karmaşa sadece
bastırılmaz, hadım edilme endişesiyle (castration anxiety) aynı
zamanda parçalara ayrılır; cinsel anlamını kaybeder
(desexualization), ve nesneleri benliğin (ego) içine dahil olur. Bu
sayede Üst Benlik (super-ego) oluşur, ve ahlak-vicdan gibi
kavramlar şekillenir. Dolayısıyla, toplum kazanmış ve birey
kaybetmiş olur. İşte Freud'a göre ideal anlamdaki karşıcinsel
(heterosexual) erkek cinselliği gelişimi bu şekilde olmalıdır.
Öte
yandan filme geri döndüğümüzde yetişkin Dennis'in (örümcek)
gözünden 10 yaşlarında olan Dennis'in Post-Ödipal senaryosuna
tanık oluruz. Bu durumda, çocuğun çoktan Ödipal karmaşayı
aşmış, anneye duyduğu cinsel hislerini terk etmiş olması
gerekmektedir. Bu sebeple Dennis, aslında toplumsal yüceltmelerin
içselleştirildiği, cinselliğin geri plana atıldığı ve
ergenlik (adolescence) dönemine kadar da libidonun cinsel ilgisini
kazanmayacağı dönem olan latens (latency) döneme geçmiş olması
gerekmektedir. Oysa ki buradaki vakanın böyle gelişmemiş olduğunu
görebiliriz. Dennis'in, babasını eve getirmek için girdiği barda
bir fahişenin göğsünü göstermesinden dolayı cinsel anlamda
uyarıldığı sahne Örümceğin cinsel ilişkiler ve cinsellik
hakkında düşünmesini sağlamıştır, ve dolayısıyla da filmin
kilit noktalarından biridir. Fakat anne/fahişe ikiliği, annesiyle
babasının öpüşmesini pencereden görmesinden sonra Örümceğin
fantezisine yerleşmiş ve dahil olmuştur. Dolayısıyla annesi
hakkında cinsel fanteziler kurmasına sebep olan şey, her çocuğun
anne ve babasının cinselliğine tanık olduğu an olarak tanımlanan
'ilk-sahne' dir (primal-scene). Bu noktada karakterin psikoz
durumuyla, çocukluğunun erken dönemlerinde terk etmiş olması
gereken erotik güdülenme arasındaki bağlantıya bakmakta fayda
olduğunu düşünüyorum.
Pre-Ödipal
dönemdeki (0-3 yaş) çocuk psikoseksüel gelişim evrelerinden
birinde (oral veya anal) hayal kırıklığı sonucu bir takılma
(fixation) yaşarsa psikoz geliştirir, ki bu da dışsal
gerçeklik/üst-benlik ve içsel gerçeklik/benlik arasındaki
uyuşmazlık/rahatsızlık anlamına gelmektedir. İşte bu sebepten
kişi, hayatı boyunca libidinal tatmin anlamında, bulunduğu
gerçekliğe nazaran daha yeterli olan takılma yaşadığı ana
gerileme (regression) eğilimini sürdürür. Yetişkin haldeyken
soyunup su dolu küvete girmesi, adeta bir cenin halini alması ve
etrafa savunmasız ve korku dolu gözlerle bakması erken çocukluk
döneminde anneyle kurduğu ilişkiden (symbiosis) kopamadığını
ve dolayısıyla da sembolik düzene (symbolic order) dahil
olamadığını göstermektedir. İçi oyuk kaygan bir küvet 'ana
rahmi' için oldukça iyi bir metafordur diyebiliriz.
Örümceğin
Ödipal senaryosunun sorunu ve anne figürünün kötü ve iyi
şeklinde ikiye ayrılması da tamamen bu akli durumdan
kaynaklanmaktadır. İlk-sahneden sonra anne figürü açık bir
şekilde 'cinsel nesne' olarak algılanır ve çocuk Ödipal evreye
geriler, çünkü ortada aşılamamış bir durum vardır. Fakat
artık 10 yaşında olan Dennis annesine karşı Ödipal dönem
öncesi beslediği parçalı arzu (polymorphous desire) yerine
'gerçek' seks kavramını öğrendiği için, örümceğin
kafasındaki annesinin cinsel içerikli hatırası artık masumca
'anneyle evlenmek' önermesinden çıkmış olup yetişkin cinsel
birleşme bilgisi içine sıkışmış anneye karşı hissedilen
çocuksu (infantile) arzunun anısına dönüşmüştür. Bu karmaşık
durumla baş edebilmek için Örümcek alternatif olarak 'kötü'
fakat 'arzulanabilir' ve dolayısıyla da cinsel anlamda
'ulaşılabilir' Yvonne/fahişe figürünü yaratır, çünkü psikoz
durumundan dolayı annesinin hem 'anaç/iyi' hem de 'şehvetli/kötü'
olabilme ihtimalini reddetmektedir. Bu sebepten dolayı Örümcek
'masum' anne figürünü ortadan kaldırmak ve onu 'kötü' fahişeyle
ikame etmek istemektedir. Bilinçdışında annesiyle cinsel olarak
birleşebilmesinin tek yolu budur. Fakat baba engeli yüzünden
Yvonne ile de hiçbir koşul altında erotizm yaşayamayacağını
anlayan Örümcek, buna ek olarak 'annesinin katili' olan Yvonne'u da
ortadan kaldırmayı tercih eder, ki aslında bu sözde 'kötü'
anne, karakterin gerçek annesinden başkası değildir. Bu cinsel
güdülenmeyi filmin birçok yerinde görürüz. Muhtemelen bir akıl
hastanesi olan bir bahçeyi hatırlarken baktığı çıplak kadın
resimlerinin sarışın Yvonne'a dönüşmesi bunun bir örneğidir.
Bunun dışında, kendi geçmişinde gezinti yaptığı sahnelerden
birinde Örümcek, babasıyla Yvonne'u bir köprü altında
sevişirlerken görür. Arkası dönük olan baba aniden Örümceğin
kendisine dönüşür, dolayısıyla babayla özdeşleşmiş ve
anneyle sevişmiş olur. Fakat bu noktada 'erken boşalma' (premature
ejaculation) ayrıntısı da gözden kaçmamalıdır. Bu ayrıntı
bize Örümceğin olgunlaşmamış/tamamlanmamış cinselliğine ve
dolayısıyla da 'fallus' sahibi olmamasına işaret etmektedir. Tüm
bunlar enses arzunun ve bunun beraberinde getirdiği korkuların
aşılamadığını gösteren uygun örneklerdir diyebiliriz.
Ödipal
karmaşadan bahsederken filme farklı bir boyut getiren ve Örümceğin
gelişiminde de oldukça etkili olan baba figürünün (filmdeki
adıyla Bill Cleg) öneminin de atlanmaması gerektiğini
düşünüyorum. Her ne kadar filmin üçte ikisi boyunca, Örümcek
ile özdeşleştirildiğimiz için Bay Cleg'i 'kötü baba' figürü
olarak algılasak da, daha sonra aslında onu 'kötü' gösteren
şeyin daha çok Ödipal çatışma olduğunu anlarız. O sadece
karısıyla ve kendi cinselliğiyle ilgili problemlerini çözmeye
çalışan sıradan bir adamdır aslında. Bu anlamda, samanlık
sahnesinde babayla yüksek açıyla özdeşleştirildiğimiz sahne
bir dönüm noktasıdır filmde. Korkmuş ve dış dünyayla
bağlantısını kesmek için kulaklarını sıkıca kapatan küçük
Dennis' e yaklaşır yavaşça. Babadan sert bir tepki beklenirken,
birden şefkatli bir şekilde "Sorun nedir, neden bize bu kadar
kızgınsın?" diye sorar. Oğlunun suçlamalarından bıkmış
usanmış olan Cleg Örümceğin neden 'gerçek' annesini öldürdüğünü
düşündüğünü merak eder. Çünkü aslında ortada bir anne
vardır ve o da yaşıyordur. İşte bu sahne bize Örümcekle
özdeşleşmemizi sorgulamamız adına verilmiş ufak bir ipucudur.
Kendimize o ana kadar ekranda gördüklerimizin gerçek mi yoksa
hayal ürünü mü olduğunu sormamızı sağlar. Dolayısıyla
izleyici olarak bu noktadan itibaren farklı bir boyuta taşınmış
oluruz.
Fahişe figürü hakkında değinmek istediğim başka bir konu da 'dişli vajina'(toothed vagina) yani hadım eden vajina. Mite göre, Latince adıyla vagina dentate ye sahip olan kadınlar korku saçarlar, çünkü cinsel ilişkiye girdikleri erkeklerin penislerini dişleriyle koparırlar, yani hadım ederler. Bu kavrama paralel olarak Freud'un Rüya Yorumları adlı makalesinde belirttiği, bedenin altıyla (genital bölge) üstünün (ağız/göz/kulak/saç bölgesi) değişimi (upward displacement) düşünülebilir. Diğer bir deyişle erkeklerin en ilkel korkusu olan hadım edilme korkusu fallik olmayan bu kadınlar tarafından körüklenir. Dolayısıyla filmde gerçek anne figürünün gayet 'normal' dişleri varken, Yvonne karakterinin dişlerinin adeta 'cadı' gibi sivri ve ayrık olması göze çarpmaktadır. Yvonne Örümceğin bilinçdışındaki hadım edilme korkusunun dışa vurumudur adeta. Bu yine Örümceğin pre-ödipal dönemdeki takılmasıyla ilgilidir, çünkü karmaşayı aşamamıştır ve dolayısıyla fallik olmayan anne figürünün sebep olduğu hadım edilme endişesi de kendini tekrar etmektedir.
Fahişe figürü hakkında değinmek istediğim başka bir konu da 'dişli vajina'(toothed vagina) yani hadım eden vajina. Mite göre, Latince adıyla vagina dentate ye sahip olan kadınlar korku saçarlar, çünkü cinsel ilişkiye girdikleri erkeklerin penislerini dişleriyle koparırlar, yani hadım ederler. Bu kavrama paralel olarak Freud'un Rüya Yorumları adlı makalesinde belirttiği, bedenin altıyla (genital bölge) üstünün (ağız/göz/kulak/saç bölgesi) değişimi (upward displacement) düşünülebilir. Diğer bir deyişle erkeklerin en ilkel korkusu olan hadım edilme korkusu fallik olmayan bu kadınlar tarafından körüklenir. Dolayısıyla filmde gerçek anne figürünün gayet 'normal' dişleri varken, Yvonne karakterinin dişlerinin adeta 'cadı' gibi sivri ve ayrık olması göze çarpmaktadır. Yvonne Örümceğin bilinçdışındaki hadım edilme korkusunun dışa vurumudur adeta. Bu yine Örümceğin pre-ödipal dönemdeki takılmasıyla ilgilidir, çünkü karmaşayı aşamamıştır ve dolayısıyla fallik olmayan anne figürünün sebep olduğu hadım edilme endişesi de kendini tekrar etmektedir.
Tekrar
saplantısı bozukluğu (repetition compulsion) filmde bu anlamda
büyük rol oynamaktadır. Annenin Yvonne karakterine dönüşmesi
gerçek olmayan tek dönüşüm değildir. Dennis kendi iç
gerçekliğini dış dünyaya yetişkin halindeyken Bayan Wilkinson'ı
Yvonne'a çevirerek de yansıtmaya ve aynı endişeleri yaşamaya
devam eder film boyunca. Yani aynı paradoks kendini devam
ettirmektedir. Dolayısıyla aslında Örümcek bütün kadın
figürlerini 'kötü' fahişeye çevirerek onların tehdidini onları
öldürerek ortadan kaldırmaya çalışmaktadır. Bunun yanı sıra
bu tehlikeli kadın figürü aynı zamanda Örümceğin bilinçdışında
fantezisini kurduğu 'cani kadın'ı (monstrous feminine) simgeliyor
olduğu savunulabilir. Dolayısıyla 'öldürücü' olan aynı
zamanda Örümcek için 'tahrik edici' nitelik de taşımaktadır. Bu
bağlamda bu ayrıntının Örümceğin yok edilmek, cezalandırılmak
ve özellikle de hadım edilmek isteyen, öz-yıkıcı/masokistik
tarafına işaret ettiği de düşünülebilir.
Sunumumun
başında Ödipal senaryoyla ve bunun anne figürünün katline yol
açmasıyla ilgili iki farklı yorumumun olduğunu belirtmiştim. İlk
senaryoda argümanımı heteroseksüel erkek gelişimini baz alarak
geliştirmiştim. Fakat filmde açıkça belirtilmese de bu hikayenin
homoseksüel bir erkeğin gelişimine de uyabileceğini göstermek
istiyorum. Eğer Örümcek eşcinsel bir kimliğe sahipse (ki bu
bastırılmış veya bastırılmamış olabilir), bu teoriye göre
Örümceğin annesini öldürmesinin sebebi Ödipal üçgenden anne
figürünü kaldırmak istemesi ve dolayısıyla babayla beraber
olmak istemesinden kaynaklanmaktadır diyebiliriz. Yani anne figürünü
'kötü' ve 'iyi' şeklinde ikiye ayırması, ona bilinçdışında
iyi anneyi kötü olana öldürtmesi ve dolayısıyla da Yvonne'u da
ortadan kaldırması için hak sahibi olmasını sağlamış,
yaptığını meşrulaştırmış ve dolayısıyla da vicdanını
rahatlatmıştır. Bu savımı desteklemek için okuyucuya bir geriye
dönüş sahnesinde Örümcek ve biri genç diğeri yaşlı olmak
üzere iki erkekle muhtemelen akıl hastanesinin bahçesinde golf
oynadıkları sahneyi hatırlatmak isterim. Burada önce kamera
Örümceği gösterir, elini cebine sokar (yani penisinin olduğu
yere), ve içine daha önceden birtakım kağıtlar koyduğu bir
çorap çıkarır. Yaşlı adam da elini cebine sokar, protez
dişlerini çıkarır ve ağzına yerleştirir. Bu yaşlı erkek
figürü tipik olarak kastre olmuş yani erki gitmiş adam görünümünü
andırır. Büyük bir ihtimalle cinsel anlamda iktidarsızdır.
Diğer genç adam ise elini cebine bir şey arıyormuş gibi sokar,
karıştırır ve bu iki adama gülerek penisini tutar. Genç adamın
yüzündeki rahatsız edici gülümseme bize sadece onun fallus (ki
bu heteroseksüel bir kimliğe, güce ve cinsel anlamda iktidar
sahibi olmayı simgeler) sahibi olduğunu ve diğerlerinin ancak
protez diş veya çorap tutabildiğini göstermektedir. En başta
uzun ve penis görünümünde gibi duran çorabın içi boş ve
yumuşaktır. Dolayısıyla gücü ve otoriteyi simgelemesi veya
sembolik düzende sınırları belirleyici bir faktörü olması
mümkün değildir. Psikanalitik kuramda çanta, cüzdan, cep,
kavanoz gibi içi boş veya içine obje konulabilen maddeler dişi
cinsel organ olan vajinayı simgelemektedir. Dolayısıyla bu anlamda
Örümceğin penis yakınında bulunan çorabı, onun içine alan,
feminen ve eşcinsel tarafını simgeliyor olması mümkündür
diyebiliriz. Babasına karşı olan nefreti onun karşıcinsel
olduğunu kanıtlar nitelikte değildir, çünkü anneyle semiyotik
ilişkisinden kurtulamayan şizofreni hastası Örümceğin bu
ilişkinin etkisinden çıkamadığı oldukça açıktır.
Dolayısıyla eşcinsel kimliği bu anlamda geri planda kalıyor veya
bastırılmaya çalışılıyor olabilir. Dolayısıyla eşcinsel
olsa bile babayı hala anneyle kurduğu patolojik ilişkiden koparmak
isteyen bir düşman olarak algılıyor olması da mümkündür.
'Dişli
vajina' kavramını düşündüğümüzde ise, Freud'un Ödipal üçgen
teorisini de burada tersine çevirmek mümkündür. Yani aslında
babayı arzulayan Örümcek anneden kastrasyon tehdidi alıyordur
diyebiliriz. Çünkü çocuk annenin sahip olduğu erkeği arzuluyor
ve dolayısıyla yine sembolik düzene aykırı davranıyordur. Bu
önerme de Örümceğin Bayan Wilkinson'ı neden Yvonne'a çevirdiğini
de açıklamış olur. Çünkü hala çocukluğunda aşamadığı
kastrasyon tehdidi peşini bırakmıyordur. O da çareyi tıpkı
küçükken annesini öldürdüğü gibi, Yvonne'u yani Bayan
Wilkinson'ı ortadan kaldırmakta aramaktadır diyebiliriz.
Şu
ana kadar Örümceğin pre-ödipal takılması ile anne figürünü
ikiye ayırmasının ilişkisi hakkındaki iki argümanımı
belirttim. Fakat bu hikayeyle ilgili üçüncü ve belki de sıradışı
sayılabilecek bir olasılıktan da bahsetmek istiyorum. Filmin
sonunda görünüşe göre Örümcek ve dolayısıyla seyirci de
'gerçeğe' ulaşmakta ve annenin çocuk tarafından öldürüldüğü
bilgisi ortaya çıkmaktadır. Fakat ya bu da gerçek değilse? Ya bu
'aydınlanma' da bir hayal ürününden ibaretse? Bu noktada
okuyucuyu oldukça hasta ve dolayısıyla da gerçek geçmişiyle
kendi çarpıtılmış hatıraları arasındaki farkı ayırt etme
yetisine sahip olmayan bir karakterle özdeşleştirildiğini
hatırlatmak istiyorum. Tıpkı Cronenberg'in de belirttiği gibi
aslında Örümcek küçükken annesinin onu terk etmiş olması
mümkündür. Ve bu travmadan dolayı "Ben kötü bir çocuğum,
kötü bir şey yaptım ve annem beni bu yüzden terk etti"
şeklinde düşünmüş olabilir. Bu hayali suçtan kendini
arındırmak ve vicdanını rahatlatmak adına da tüm bu bahsedilen
'anne katli' senaryosunu uydurmuş olması mümkündür. Sanırım
aşağıda Örümcek ve annesi arasında geçen bu diyalog okuyucuya
bu üçüncü olasılığa aklının yatması için yardımcı
olacaktır. Bu sahnede Bayan Cleg bir yandan aynaya bakarak kırmızı
bir ruj sürerken bir yandan da oğluna dişi bir örümcek
hakkındaki hikayeyi anlatmaktadır:
-...Yumurtalarını
koymak için ufacık ipek cepler yaptı.
-Sonra ne oldu?
-Bir daha geriye bakmadan sürüklenip gitti.
-Sonra öldü mü?
-İşi bitmişti. Artık hiç ipeği kalmadı. Tamamen kurudu ve içi bomboş kaldı.
-Sonra ne oldu?
-Bir daha geriye bakmadan sürüklenip gitti.
-Sonra öldü mü?
-İşi bitmişti. Artık hiç ipeği kalmadı. Tamamen kurudu ve içi bomboş kaldı.
Bundan
sonra kadının bir süre yakın çekimdeki düşünceli yüzüyle
karşı karşıya bırakılırız. Bayan Cleg'in son söylediği laf
adeta seyircinin kafasına işler ve bu cümlenin altında neler
yatıyor diye düşündürür. Bu diyaloğun birçok anlamı olabilir
fakat burada çok kurnazca bir toplumsal cinsiyet eleştirisi
yapıldığının aşikar olduğunu düşünüyorum. Hikayenin
geçtiği zaman olan 2. Dünya Savaşı sonrası İngiltere'sini
düşündüğümüzde bu sav daha da kuvvetlenmektedir. Bu dönemde
bilindiği üzere, savaş sonrası 'çekirdek aile' kavramı
oturtulmaya çalışılmış, ve kadınlarla erkeklerin rolleri
tekrar oluşturulmaya başlamıştır. Bu bağlamda bakıldığında
annenin bu örümcek-ağ metaforuyla aslında alttan alta sıkıcı
bir ev kadını olmasından, evde çocuk bakma zorunluluğundan, ve
alkolik hatta muhtemelen kendisini aldatan bir adama bağlı olmaktan
duyduğu sıkıntıları ima ediyor olduğu düşünülebilir.
Dolayısıyla "geriye dönüp bakmadan sürüklenip gitmek"
cümlesi aslında Bayan Cleg'in evini ve çocuğunu geride bırakıp
bu hayatı terk etme fantezisini simgelediğini, ayrıca çocuğu
yerine aynaya bakarak kırmızı bir ruj (Freud'a göre kırmızı
rengi cinsel anlam yüklüdür) sürüyor olması da erişemediği
fakat arzuladığı cinsel fantezilerini ön plana çıkarttığını
söylemek mümkündür. Bu anlamda kendisinin de kontrol edemediği
bu sıkıcı hayatta "tamamen kuruduğunu" hissettiğini
söyleyebiliriz.
Bu metin içinde belirtilen tüm bu olasılıklar arasında okuyucunun sıkışıp kalması sanırım oldukça yüksek bir ihtimal. Ama zaten filmin amacı da bu değil mi? Yine de hayatı böylesine kaygan bir zeminde, gerçeklikle hayal arasındaki farkı ayırt edemeyecek kadar hasta bir insanın akli durumuyla özdeşleşmenin oldukça korkutucu fakat bir o kadar da heyecan verici olduğunu düşünüyorum, en azından sadece 90 dakika boyunca. Örümcek'in, sinemanın izleyiciye ve bilinçdışımıza yaptığı güçlü etkiyi bir kere daha kanıtlayan bir film olduğu kanısındayım. Bu da ancak Cronenberg gibi bir sinema ustası sayesinde seyirciye aktarılabilecek bir tecrübedir.
Bu metin içinde belirtilen tüm bu olasılıklar arasında okuyucunun sıkışıp kalması sanırım oldukça yüksek bir ihtimal. Ama zaten filmin amacı da bu değil mi? Yine de hayatı böylesine kaygan bir zeminde, gerçeklikle hayal arasındaki farkı ayırt edemeyecek kadar hasta bir insanın akli durumuyla özdeşleşmenin oldukça korkutucu fakat bir o kadar da heyecan verici olduğunu düşünüyorum, en azından sadece 90 dakika boyunca. Örümcek'in, sinemanın izleyiciye ve bilinçdışımıza yaptığı güçlü etkiyi bir kere daha kanıtlayan bir film olduğu kanısındayım. Bu da ancak Cronenberg gibi bir sinema ustası sayesinde seyirciye aktarılabilecek bir tecrübedir.