Kayıtlar

Mayıs, 2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

doğduğum ev

doğduğum ev gecekondudan halliceydi.tüm pencereleri yıkık, böceklerin sürüyle yaşadığı asla ısınmayan bir ev. pencereden dışarı baktığımda yalnızca bahçedeki ağaçları görebiliyordum. dünyam da o kadardı zaten. bacaklarımı demir parmaklıklar arasından sallandırır, o zamanlar şimdiye oranla daha popüler olan bayat ekmek/domates menüsünü afiyetle yer, bazen dünyanın hakimi olduğumu, bazen de dünya kupası finalinde gol attığımı falan hayal ederdim. o pencereden, gündüzleri güneş ışığı, geceleri de sokak lambasının etrafa yaydığı aydınlık dolardı içeri. o zamanlar da devrik cümleler kurmayı severdim ama yazmak gibi saçma fikirlerim yoktu. ki hala kalemi bi değişik tutar, harfleri de tersinden yazarım. ters adamım, bilirsiniz.   bazen babannemin elinde poşetlerle kapıdan girmesini beklerdim o pencerede, bazen de kar tanelerini seyredip, yerlerin daha çok kar tutması için tanrıya dua ederdim. tabii o zamanlar tanrıya, allah demek gerekiyordu. bende bu düzeni bozmuyordum. o kadar çok dua ede

kanıyoruz..

yaralıyız hepimiz. bir şekilde, bir yerden kanıyoruz. istisnası yok, kaçışı, kurtuluşu yok. bu her ne kadar can sıkıcı bir durum olsa da aynı zamanda bir yaşam belirtisi aslında. hala acıyorsa canımız, hayattayız demektir. bir şekilde hayattayız ama bunun bir önemi yok. işler yolunda gitmediği zamanlarda neye sığınıyoruz ya da sığınabiliyor muyuz, asıl önemli olan bu. ne kadar çaba gösteriyoruz mutlu olmak adına? yarınları hayal etmekten başka bir şey yapıyor muyuz bugünü anlamlı kılmak için? ertelediğimiz kaç mutluluğu yaşayabildik şimdiye kadar? harekete geçmek için doğru zamanı beklediğimiz planlarımızın kaçını gerçekleştirebildik? bu gece değilde ne zaman mesela? biliyor muyuz? bilmiyoruz değil mi. evet. kafamızı yastığa koyduğumuz bir gecenin sabahında artık atmıyor olacak içi boş kalplerimiz. içinden sağ çıkamayacağız bu keşmekeşin. sonu belli olmayan, bitiş çizgisi henüz tayin edilmemiş bir yarışın içerisindeyiz. hızla sona doğru yaklaşıyoruz. önümüzde uzayıp giden yollardan

sayın z'ye..

ruhumun düğmelerini ilikleyemiyorum. yalnızca içimde varolup, dışarı taşmak için fırsat kollayan, bir fırsatı bulunup kelimelerle tanımlandığı zaman ise alakasız cümlelerin yan yana dizilmesinden başka bir anlam ifade etmeyen bir şeyler var. eksiklik desen değil, fazlalık desen hiç değil. başka türlü. başka türlü bir şey. sanki herkes çiçek açarken ben tomurcuk kalmışım. sanki bir toplantıya herkesin zamanından erken gideceği tutmuş da, ben daha varamadan başlayıp bitirmişler.. bunların konumuzla alakası yok elbette, dedim ya, bu hisleri tanımlama çabasına girdiğimde saçmalamaktan öteye gidemiyorum. tam olarak hissedip hissetmediğimden bile emin değilim aslına bakarsanız. bazen bir tüy kadar hafifken, bazen de sanki bütün dünyayı sırtlayıp şınav çekiyormuşum hissi yaratıyor. insanoğlu anlaşılmaya muhtaç. sevmekten, sevilmekten çok anlaşılmaya ihtiyacı var. ömrümüzü bunun farkında olmadan geçiriyor olsak da, arayışlarımızın çoğu bu sebepten. yeni tanışmaların, hevesli memnun olu

tanrı şöyle buyurdu

tanrı şöyle buyurdu bir konuşmasında; hepiniz merhemisiniz birbirinizin, ilacısınız.. bir başınıza iyileşmenizin mümkün olmayacağı şekilde yarattım sizleri.   sözünü yarıda kesip, ama sayın tanrım diye çıkışıyorum. tanrının sözü kesilir mi hiç, patavatsızlık benimkisi. ama sayın tanrım bir tutam sevgi vardı benim avuçlarımda. bilmem kaç sene koyacak yüksekçe bir yer aradım. ee haliyle bulamadım tabii. bulduğumu sandığım zamanlar oldu evet, gelip  itinayla sevgimin üzerine bastılar.. elimde rengarenk balonlar, sıkı sıkı tutmuşum iplerinden. gökyüzüne salmak için müsait bir yer arıyorum. birileri elinde iğneyle bekliyor mütemadiyen. ve asla yorulmuyorlar. bu kişileri de sen yarattın sayın tanrım. neden? üzerinde toz birikmesin diye üfleyip durduğum umutlarıma ayakkabılarıyla girdiler.. neden sayın tanrım, bu kötülükleri, bu kara geceleri, bu iflah olmaz susuşları, bu kavuşamamaları da sen yaratmadın mı? biz sana ne kötülük yaptık. çocuklara kıyıyorlar sayın tanrım, çocuklara kıyıyorlar.

yine aklımdan...

yine aklımdan gerçekleşmesi mümkün olmayan şeyler geçiyor. karanlık bir yolda ağır ağır ağır ilerliyorum. attığım her yeni adımda bir öncekini özleyerek.. özlenecek pek bir şey yok, biliyorum. insan her zaman özlenecek şeyleri özlemiyor. malum, garip yaratıklarız. son bir kaç haftadır aşık olmanın eşiğinden dönüyorum. olabilsem ne iyi. ama olamamak da çok dert değil. olmamalı. olmasın diye uğraşıyorum. yoksa, burada uzun uzun gözlerinden bahsedeceğim bir kadın var.. geçen gün yüzüme rastladım bir ilan panosunda, demiş palyaço adlı şiirinde, adını henüz bilmediğimiz bir abimiz. oğlu hayri uyar'ın dediğine göre bu şiir turgut uyar'a ait değil. ama zaten konumuz da bu değil. bir ilan panosunda yüzünüze rastladınız mı hiç? ne büyük lüks. ben bazen aynaya bakarken bile yüzüme rastlayamıyorum. bu yorgun eller, bu çirkin surat, bu eskimiş duygular bana mı ait? bana mı ait kurduğum cümleler? bu gece, emin olmadığımız şeyleri konuşmayalım. mümkün olduğu kadar dürüst olmalıyız birbiri