adım yusuf

adım yusuf, bugün size bir arkadaşımın başından geçen enteresan bir olayı anlatacağım.


etraf iyiden iyiye kararmış, grupta azalmalar olmuştu. orada bulunan herkes ortak bir arkadaşın doğum günü vesilesiyle biraraya gelmişti ve g ile ilk kez orada karşılaştık. ne renk olduğuna hala kesin olarak kanaat getiremediğim gözleri, hafif sarı dalgalı saçları.. -genelde bu tarz benzetmeleri iyi yaparım. ama sözkonusu g olunca, kahvehanede akşama kadar ellibir/batak/okey üçlüsü etrafında toplanıp, futbol, siyaset, kadın konuşan emekli amcalara dönüyorum. yoksa o gülerken hafif kısılan gözlerini, bira içerken havaya kalkan burnunu çok rahat bir şekilde bin yüz elli iki sayfa boyunca anlatırdım. edebiyatım iyidir.- birbirini tanıyan herkes bir şekilde dağılmış, kala kala, daha önceden birbirinin adını dahi bilmeyen beş kişi kalmıştık orada. ilginç bir ortam oluşmuştu, bir ara bu konuya değinip gülüştük. boş bira şişesinin tepesine taktığımız mum her geçen dakika biraz daha kısalıyor, kötü esprilerin sayısı git gide azalıyordu. aramızda yarım metre mesafe olmasına rağmen g ile aynı ağaca sırtımızı yaslamıştık. en az yirmi beş yıllık, gövdesi kimbilir ne badirelere şahit olmuş heybetli bir çam ağacı. iki bambaşka hayat, iki bambaşka beden, iki bambaşka ruh milyonlarca olasılığın arasından sıyrılıp bir şekilde yan yana gelmiş ve aynı ağacın gövgesinde bir bütün olmuştuk. bir bütün olmaktan kasıt, aynı ağaca yaslanmış olmak işte. bunun ne anlama geldiğini yalnızca daha önceden tecrübe etmiş olanlar bilir. ben bilmezdim mesela, o gün öğrendim. olaylar hızlı cereyan ediyordu, gruba sonradan dahil olan g'nin ev arkadaşı hemen ortama adapte olmuş, telefonumdan açtığım müziklere eşlik ediyor, üzerine yorumlar yapıyordu. g'ile aramızda bir köprü vazifesi görüyor, ortamda eğreti duran her şeyi ve herkesi onun samimiyeti biraz daha mümkün, biraz daha olası kılıyordu. bir ara aynı şarkıya hep birlikte eşlik ettik.
aslına bakarsanız, o akşam g ile aramızda, herhangi bir şekilde biraraya gelmiş herhangi iki insanın başına gelebilecek şeyler dışında pek de enteresan bir olay gerçekleşmedi. stadyumda, tesadüfen yan yana maç izleyen iki yabancı arasında geçen diyalogdan fazlası geçmedi aramızda.. peki onu neden bu kadar ciddiye aldın diye merak ediyorsanız, asıl mevzu bahsi geçen akşamdan iki gün sonra gerçekleşti.

o akşam eve dönünce, ortak arkadaşların hesapları aracılığıyla g'nin profiline ulaştım. uzun uzun fotoğraflarına baktıktan sonra, neden bilmiyorum, bir şeyleri kağıda dökme ihtiyacı hissettim. önce, artık bir ritüel haline gelen, o, bir gün geleceğine inandığım kişi için tuttuğum günlüğe bahsettim g'nin gözlerinden, gülüşünden. sonra da bu hisleri, bir de serdar ve talha'nın hikayesine uyarlamak geldi aklıma. kalabalık bir caddede karşılaşacaklardı, talha'nın yanında iki arkadaşı olacak, serdar bütün çabalarına rağmen talha'nın kadrajına giremeyecek ve onun dikkatini çekemeyecekti. bu serdar'la talha hikayesinin tanışma -daha doğrusu tanışamama- evresinden bir kesit olacak, olaylar sonradan gelişecekti.

o geceyi zihnimden geçen saçmalıkları kağıda dökerek geçirdim. ertesi sabah yine g'nin gülüşüne uyandım. yataktan kalkıp fotoğraflarına bakarken bir kaç parça çaldım. gitarla bir kaç ay haşır neşir olan herkesin çalabileceği türden üç beş basit şarkı. sonra abarttığımı farkettim. ne yapıyorsun oğlum sen? diye çıkıştım kendime. alt tarafı güzel bir yüz işte. aynı ortamda bulunduğun herhangi bir güzel insandan ne farkı var ki onun? ne olmuş yani gözlerine bakınca, yüksekçe bir tepeye çıkıp, oradan okyanusların ardından batan güneşi seyrediyormuş hissine kapılıyorsan? gülüşü aynı fotoğraf karesine sığmış milyonlarca papatyanın görüntüsünü andırıyorsa ne var bunda? bu benzetmeleri metrobüste gördüğün herhangi bir güzel birine de yapamaz mısın? yapabilirdim, evet. iç sesime hak verdim. adamsın lan, dedim kendi kendime. her şeyi akışına bırakacaktım. evet epey güzel biriydi, oturmasını kalkmasını biliyor, birayı şişesinden içiyor ve müzik zevkimiz uyuşuyordu. -tam buraya uygun bir ayet biliyorum.- ama bu özelliklere uygun yüzbinlerce insan yaşıyordu bu gezegende. o kişi neden o' olsundu ki? yıllardır hayalini kurduğum, sadece yokluğunun, olmayışının hayatımda bıraktığı izleri anlatırken bile belki binlerce sayfa karaladığım, birgün geleceğine inanarak uğruna şiirler, hikayeler yazdığım kişi neden o olsundu? emin değildim. sonra eğer bu kişi g'ise, hayat mutlaka bizi bir kez daha karşılaştıracaktır ve eğer bu karşılaşma gerçekleşirse, ''g'nin uğruna yapılması gerekenler listesi'' çıkaracak ve bu gereklilikleri bir bir yerine getirecektim. bilgisayarı kapattım. gitarı  toparlayıp, staj için gideceğim işe doğru yola çıktım. içimde daha önce hiç hissetmediğim ilginç bir heyecan vardı. evden çıkarken, otobüse binerken, metroda, istiklal caddesine girerken hep bir beklenti vardı. sanki g'ile sözleşmiştik de birazdan buluşacaktık. o da istanbul üniversitesinde okuyor, -beyazıt kampüsü- mecidiyeköy'de oturuyordu. oturduğu evde daha önce bir kez bulunmuştum. hikayenin bu kısmından da apayrı bir hikaye çıkar aslında, ama benim için pek bir anlam ifade etmiyor, o yüzden o konuya değinmiyorum. günlerden salıydı, dersten çıkıp eve gitmeden önce taksime gelip bir şeyler içmek istemiş olabilirdi, karşılaşmamız muhtemeldi. iyimser düşünürsek, belki on milyonda bir ihtimal. bu kısmı daha iyi anlayabilmeniz için, adam fawer'ın olasılıksız kitabını okumuş olmanız gerekir. mesela ben yarıda bırakmıştım. her neyse..

meydan tarafından istiklal caddesine girmiş, her zaman tavuklu pilav yediğim mekana doğru yürüyordum.- ne zaman oranın yakınında bulunsam, aç olmasam da gider orada pilav yerim. epey ucuz çünkü.- elimde sartre'ın bulantısı vardı. gömleğin düğmeleri açık bırakmış, güneş gözlüğünü tişörtün yakasına takmıştım. güzel biriyle karşılaşılacaksa eğer, bunun için her şey hazırdı. şehre yeni yeni bahar geliyordu ve insanların giyinme konusunda kafaları karışıktı. montla gezenler de vardı, şortla dolaşanlar da. bir kadının, elini tuttuğu adamı ağzından öpmesine şahit olup gülümsedim. derse geç kalmıştım fakat yetişmek için ekstra bir çabam da yoktu. bir şeyler için acele edilmeyecek kadar tepedeydi güneş. ısıtmasa da oradaydı. yetiyordu. bazen bir şeylerin yalnızca bulunması yetiyor, herhangi bir etki yaratmasına gerek yok. derken birden yolun diğer tarafına ilişti gözlerim. baktım. bir şiir yürüyordu. canlı kanlı, bir şiir. yürüyordu. başta benzettiğimi düşünsem de dikkatli baktığımda anladım, oydu işte. vallahi oydu. saat 9 yönünde, yanında iki arkadaşıyla beraber yürüyor ve omuzlarından aşağı sarkan saçları, ilahi bir ışık demetini andırıyordu. (ki ben uzun saçtan hiç hoşlanmam) gülümseyişinden tanımıştım. - unutmak ne mümkün- öyle güzel gülüyordu ki, her gülümeyişinde bütün ülkeye çay ısmarlayası geliyordu insanın. muhsin abimi şimdi daha iyi anlıyorum.  kendime geldiğimde arkalarından yürüdüğümü farkettim. normalde bu tarz şeyler yapmazdım ama siz de kabul edersiniz ki durum  pek normal değildi. kalbimin atışını kulaklarımda hissediyordum. serdar'la talha'nın hikayesinde de olduğu gibi, kestirme yoldan, sanki tesadüfmüş gibi karşılarına çıkıp en azından bir merhaba, deme hakkı kazanacaktım. sonrasına da bakacaktık. meydan tarafına doğru yürüyorlardı. hızlı adımlarla yönümü değiştirip ilk ara sokaktan girdim. etrafımda gelişen olaylardan bağımsız yürüyor, bir yandan da aptal aptal gülüyordum. başıma ilk kez böyle bir şey geliyordu. biraz şaşkınlık, biraz da içinde bulunduğum durumun verdiği enteresanlıkla onların yürüdüğü yolun ters istikametine çıkacağım bir şekilde ilerliyordum. yüz yüze olacağımız bir şekilde karşılaşma hesapları yapıyordum.  buradan benden hızlı geçmiş olma ihtimalleri yoktu. oraya ulaşana kadar, şimdiye kadar hiç yapmadığım matematiksel hesaplamaları yapmış, kafamın içinde  yol = hız x zaman formüllerini çözmüş ve bütün olasılıkların lehime olduğunu düşünerek, kendinden emin bir şekilde, karşılaştığımızda gülümseyerek ''merhaba'' mı desem, yoksa biraz daha ciddi bir tavırla ''selam'' mı desem tartışması yapıyordum kendimle. beni tanıyacak mıydı? az önce o da beni görmüş müydü? pek umrumda değildi açıkçası. bunlar ufak detaylar. sonuçta kendime bir söz vermiştim, onunla bir kez daha yolumuz kesişirse, onun için yapılması gereken ne varsa yapacaktım. bunu onun için değil, kendim için yapacaktım üstelik. birgün onunla karşılaşma ihtimalini düşünerek başka türlü yetiştiriyordum kendimi.  kaportası beş para etmeyen ama yürüründe hiçir sıkıntı olmayan kelepir araçlar gibiydim. uzaktan görünen ben, saçmalıktan başka bir şey değildi. beni anlamaları için, belirli bir mesafeden bakmaları, etrafıma ördüğüm savunma duvarlarını aşmaları gerekiyordu. g'nin bu mesafede bulunması için elimden geleni yapmalıydım. başka seçenek yoktu çünkü. beni, mangal yapmayı becerebilen, dizinden sakat olduğu için bağdaş kuramayan, besyo okuyan, fena bir espri anlayışı olmayan ama bir o kadar da çirkin bir adam olarak biliyordu yalnızca.  yan yana bulunduğumuz bir kaç saatte edindiği izlenimler en iyi ihtimalle böyleydi. hiçbir şey hatırlamıyor da olabilirdi. daha detaylı tanışmalıydık, kendimi ona ifade edebilmeliydim, çünkü onu dış görünüşümle etkilemem pek mümkün değildi. bugüne kadar yan yana yürümek istediğim bütün kadınları bir şekilde elde edebilmiştim ama bu konunun kesinlikle dış görünüşümle bir alakası yoktu. ne yapalım malzeme bu kadar.

hikayenin devamını nasıl tahmin ettiniz bilmiyorum ama sandığınız gibi bir karşılaşma olmadı. aynı bir gece önce yazdığım hikayede olduğu gibi, oturma olasılıkları olan bütün mekanları kontrol ede ede oradan uzaklaştım. aksi bir durum söz konusu olsaydı ne yapardım bilmiyorum. konuşabilir miydim, merhaba diyebilir miydim, hadi merhaba evresini bir şekilde aştık diyelim, konuşmanın devamını getirebilir miydim onu da bilmiyorum. muhtemelen getirirdim. bu kez mevzu farklı gibi duruyor çünkü. sonrası mı, sonrası henüz yok. bahsettiğim olayın üzerinden yaklaşık üç hafta geçti ve ben oturup bu yazıyı yazmaktan başka hiçbir şey yapmadım.
zaten bu durumda ne yapılırdı ki? yine günün birinde, kalabalık bir caddede elimde bir kitapla dalgın dalgın yürürken karşılaşmayı beklemekten başka ne yapılabilirdi?
hiç..

01.04.2005

Bu blogdaki popüler yayınlar

hep çirkin

nerden başlasam..

özetle..